31.5.11

Terkîb-i Bend - Ziya Paşa


                       - I -

Sâkî! Getir ol bâdeyi kim mâye-i cândır,
Ârâm-dih-i akl-ı melâmet-zedegândır.


Ol mey ki olur saykal-ı dil ehl-i kemâle,
Nâ-puhtelerin aklına bâdî-i ziyandır.


Bir câm ile yap hâtırı zîrâ dil-i vîrân,
Mehcûr-ı harâbât olalı hayli zamandır.


Sâkî! İçelim aşkına rindân-ı Hudâ’nın,
Rindân-ı Hudâ vâkıf-ı esrâr-ı nihândır.


Sâkî! İçelim rağmına sûfî-i harîsin,
Kim maksadı Kevser, emeli hûr-i cinândır.


Aşk olsun o pîr-i mey-i perverde-i aşka,
Kim bâdesi sâd-sâle vü sâkîsi civândır.


Pîr-i meye sor mes’elede var ise şübhen,
Vâizlerin efsâneleri hep hezeyândır.


Ben anladığım çarh ise bu çarh-ı çep-endâz,
Yahşî görünür sûreti ammâ ki yamandır.


Benzer felek ol çenber-i fânûs-ı hayâle,
Kim nakş-ı temâsîli serîü’l-cereyândır.


Sâkî! Bize mey sun, ki dil-i tecribet-âmûz,
Endîşe-i encâm ile vakf-ı halecândır.


            İç bâde, güzel sev var ise akl ü şuûrun,
            Dünyâ var imiş, yâ ki yoğ olmuş ne umûrun!




                        - II -


Yetmez mi bu kasrî reviş-i agreb-i âlem?
Bir menzile ermez mi aceb kevkeb-i âlem?


Şimdi uyuyanlar o zamanda uyanırlar,
Bir subha resîde olur âhir şeb-i âlem.


Pâmâl eder encâm kimin üstüne dönse,
Âgâz edeli devre budur meşreb-i âlem.


Bin böyle cihân zer ü sîm olsa yetişmez,
Mümkün mü ki is’âf oluna matlab-ı âlem.


Hâricden eğer olsa temâşâsına imkân,
Müdhiş görünür heykel-i müsta’ceb-i âlem.


Almış yükünü şöyle ki seyrinde halelsiz,
Bir zerre dahî kaldıramaz merkeb-i âlem.


Ebnâ-yı beşerde kalacak mı bu muâdât?
Bilmem ne zaman doğrulacak mezheb-i âlem?


Her safhada bir şekl-i hakîkat eder ibrâz,
Her gün çevirir bir varaka makleb-i âlem.


Bin ders-i maârif okunur her varakında,
Yârab! Ne güzel mekteb olur mekteb-i âlem.


Bu cism-i kesîfin neresi merkez-i kuvvet?
Yârab! Ne mâtıyye ile gezer kâlıb-ı âlem?


            Subhâneke yâ men haleka’l-halka ve sevvâ,
            Subhâneke subhâneke subhâneke elfâ.




                        - III -


Ey kudretine olmayan âgâz ü tenâhî,
Mümkün değil evsâfını idrâk kemâhî.


Her nesne kılar varlığına hüsn-i şehâdet,
Her zerre eder vahdetine arz-ı güvâhî.


Hükmün kılar izhâr bu âsâr ile mihri,
Emrin eder ibrâz bu envâr ile mâhı.


Dil-sîr-i bisât-ı niamın mürg-i hevâyı,
Sîr-âb-ı zülâl-i keremindir suda mâhî.


Eyler keremin âteşi gül-zâr Halîl’e,
Mağlûb olur peşşeye Nemrûd-ı mübâhî.


Zâlimleri adlin ne zaman hâk edecekdir?
Mazlûmların çıkmadadır göklere âhı.


Bî-gânelere münhasır envâ’-yı huzûzât!
Mihnet-zede-i aşkına mahsûs devâhî!


Sensin eden ıdlâl nice ehl-i tarîki,
Sensin eden ihdâ nice güm-geşte-i râhı.


Hükmün ki ola mûcib-i hayr u şerr-i ef’âl,
Yârab! Ne içindir bu evâmir, bu nevâhî?


Sendendir İlâhî yine bu mekr ü bu fitne!
Bu mekr ü bu fitne yine sendendir İlâhî!


            Güftî bikün ü bâz zenî seng-i melâmet,
            Dest-i men ü dâmân-ı tü der rûz-ı kıyâmet.




                        - IV -


Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-ı fenâdan,
Başın alamaz bir dahî bârân-ı belâdan.


Âsûde olam dersen eğer gelme cihâne,
Meydâne düşen kurtulamaz seng-i kazâdan.


Sâbit-kadem ol merkez-i me’mûn-ı rızâda,
Vâreste olup dâire-i havf u recâdan.


Dursun kef-i hükmünde terâzû-yı adâlet,
Havfın var ise mahkeme-i rûz-ı cezâdan.


Her kim ki arar bû-yı vefâ tab’-ı beşerde,
Benzer ona kim devlet umar zıll-i hümâdan.


Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez,
Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan.


Erbâb-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar,
Rencîde olur dîde-i huffâş ziyâdan.


Her âkıle bir derd bu âlemde mukarrer,
Râhat yaşamış var mı gürûh-ı ukalâdan.


Hall etmediler bu lûgazın sırrını kimse,
Bin kâfile geçti hükemâdan, fuzalâdan.


Kıl san’at-ı üstâdı tahayyürle temâşâ,
Dem urma, eğer ârif isen çûn ü çirâdan.


            İdrâk-i me’âlî bu küçük akla gerekmez,
            Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez.




                        - V -


Dehrin ne safâ var acaba sîm ü zerinde?
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde.


Bir reng-i vefâ var mı nazar kıl şu sipihrin,
Ne leyl ü nehârında, ne şems ü kamerinde.


Seyr etti havâ üzre denir taht-ı Süleymân,
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.


Hür olmak eğer ister isen olma cihânın
Zevkinde, safâsında, gamında, kederinde.


Cânân gide, rindân dağıla, mey ola rîzân,
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde?


Hayr umma eğer sadr-ı cihân olsa da bi’l-farz,
Her kim ki hasâset ola ırk u güherinde.


Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim,
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde.


Onlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât,
Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde.


Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.


Ben her ne kadar gördüm ise ba’zı mazarrat,
Sâbit-kademim yine bu re’yin üzerinde:


            İnsana sadâkat yakışır görse de ikrâh,
            Yardımcısıdır doğruların hazret-i Allah.




                        - VI -


Gadr ede reâyâsına vâlî-i eyâlet,
Dünyâda vü ukbâda ne zillet ne rezâlet.


Lâyık mıdır insan olana vakt-i kazâda,
Hak zâhir iken bâtın için hükmü imâlet?


Kâdı ola da’vâcı vü muhzır dahî şâhid,
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adâlet?


Ey mürtekib-i har bu ne zillet ki çekersin,
Birkaç guruşa müddet-i ömrünce hacâlet!


Lâ’net ola ol mâle ki tahsîline ânın,
Yâ dîn ola, yâ ırz u yâ nâmus ola âlet.


Âdem olanın hayr olur âdemlere kasdı,
İnsanlığa insanda budur işte delâlet.


İnsan, ona derler ki ede kalb-i rakîki,
Âlâm-ı benî-nev’i ile kesb-i melâlet.


Âdem, ona derler ki garazdan ola sâlim,
Nefsinde dahî eyleye icrâ-yı adâlet.


Sâdık görünür kisvede erbâb-ı hıyânet,
Mürşid sanılır vehlede ashâb-ı dalâlet.


Ekser kişinin sûretine sîreti uymaz,
Yârab! Bu ne hikmetdir, İlâhî! Bu ne hâlet!


            Ümmîd-i vefâ eyleme her şahs-ı dagalde,
            Çok hâcıların çıktı haçı zîr-i bagalde.




                        - VII -


Bir abd-i Habeş dehre olur baht ile sultan,
Dahhâk’in eder mülkünü bir Gâve perîşân.


İkbâline, idbârına bel bağlama dehrin,
Bir dâirede devr edemez çenber-i devrân.


Zâlim yine bir zulme giriftâr olur âhir,
Elbette olur ev yıkanın hânesi vîrân.


Ekser görülür çünkü cezâ cins-i amelden,
Encâmda âhenden olur rahne-i sûhân.


Tezkîr olunur lâ’n ile Haccâc ile Cengîz,
Tebcîl edilir Nûşirevân ile Süleymân.


Kâbil midir elfâz ile tağyîr-i hakîkat,
Mümkün mü ki tefrîk oluna küfr ile îmân.


Bir hâkden inşâ olunur deyr ile mescid,
Birdir nazar-ı Hak’da Mecûs ile Müselmân.


Her derdin olur çaresi, her inleyen ölmez,
Her mihnete bir âhir olur her gama pâyân.


Geh çâk olunur dâmen-i pâkîze-i ismet,
Geh iffet eder âdemi ârâyiş-i zindân.


Sabr et siteme ister isen hüsn-i mükâfât,
Fikr eyle ne zulm eylediler Yûsuf’a ihvân.


            Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i Mevlâ:
            Tallâhi le-kad âserakallâhü aleynâ.




                        - VIII -


Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sanırsın?
Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın?


Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın,
Âdem görünen harları âdem mi sanırsın?


Çok mukbili gördüm, ki güler, içi kan ağlar,
Handân görünen herkesi hurrem mi sanırsın?


Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî,
Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın?


Kibre ne sebeb? Yoksa vezîrim diye gerçek,
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın?


Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünyâ,
Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın?


Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan,
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın?


En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?


Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın,
Ey gonca bu cem’iyyeti her-dem mi sanırsın?


Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem,
Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın?


            Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır,
            Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır.




                        - IX -


Pek rengine aldanma felek eski felekdir,
Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönekdir.


Yâ bister-i kemhâda, yâ vîrânede cân ver,
Çün bây ü gedâ hâke berâber girecekdir.


Allah’a sığın şahs-ı halîmin gazabından,
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pekdir.


Yakdı nice cânlar o nezâketle tebessüm,
Şîrin dahi kasd etmesi câna gülerekdir.


Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma?
Zer-dûz pâlân ursan eşek yine eşekdir.


Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde,
İşret güher-i âdemi temyîze mihekdir.


Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdîr,
Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötekdir.


Nâ-dânlar eder sohbet-i nâ-dânla telezzüz,
Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerekdir.


Afv ile mübeşşer midir ashâb-ı merâtib?
Kânûn-ı cezâ âcize mi hâs demekdir?


Milyonla çalan mesned-i izzetde ser-efrâz,
Bir kaç guruşu mürtekibin câyı kürekdir.


            Îmân ile dîn akçedir erbâb-ı gınâda,
            Nâmûs u hamiyyet sözü kaldı fukarâda.




                        - X -


İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıkdı,
Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıkdı.


Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat modalandı,
Nâmûs tamâm oldu, hamiyyet yeni çıkdı.


Düşmanlara ahbâbını zemm oldu zarâfet,
Dil-dârdan ağyâra şikâyet yeni çıkdı.


Sâdıkları tahkîr ile red kâide oldu,
Hırsızlara ikrâm u inâyet yeni çıkdı.


Hak söyleyen evvel dahî menfûr idi gerçi,
Hâinlere ammâ ki riâyet yeni çıkdı.


Âciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi,
Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıkdı.


İsnâd-ı taassub olunur merd-i gayûra,
Dinsizlere tevcîh-i reviyyet yeni çıkdı.


İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakkî,
Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıkdı.


Milliyyeti nisyân ederek her işimizde,
Efkâr-ı Frenk’e tebâiyyet yeni çıkdı.


            Eyvâh! Bu bâzîçede bizler yine yandık,
            Zîrâ ki ziyân ortada, bilmem ne kazandık?




                        - XI -


Zâhirde görüp bizleri sanma ukalâyız,
Biz bir sürü âkıl sıfatında budalâyız.


Âkıl denilir mi bize, kim hâli bilirken,
Dil-dâde-i âlâyiş-i nîreng-i hevâyız.


Yârân-ı vatandan bizi özler bulunursa,
Düştük sefer-i gurbete muhtâc-ı duâyız.


Terkîb-i acîbiz iki hâsiyyetimiz var,
Ahbâbımızın devletiyiz, hasma belâyız.


Güncîde durur hırkamız altında künûzât,
Dervîşleriz, gerçi nazarda fukarâyız.


Ukbâya yarar bir işimiz yok ise bârî,
Âzâde-dil-i şâibe-i zerk ü riyâyız.


Devletlülere bizleri tahkîr düşer mi?
Biz âciz isek de yine mahlûk-ı Hudâ’yız.


Bir âfet-i hûn-hâra esîr oldu gönül kim,
Her nâzına her lâhzada bin kerre fedâyız.


Hâtırda durur sohbetinin lezzeti hâlâ,
Gerçi o şereften nice yıldır ki cüdâyız.


Her cevrine râzılarız, ey şâh-ı melâhat,
Bizler ki kuluz, mu’tasım-ı bâb-ı rızâyız.


            İster bize lûtf eyle, diler bizden ırağ ol,
            Dünyâda hemân sen şeref ü şân ile sağ ol.




                        - XII -


Her millet için bir düziye adlini âm et,
Fikr-i gazab-ı hazret-i ma’bûd-ı enâm et.


Bevvâl-i çeh-i Zemzem’i lâ’netle anar halk,
Sen Kâ’be gibi kendini hürmetle be-nâm et.


İncinmemek istersen eğer mülk-i fenâda,
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı merâm et.


Bir yerde ki yok nağmeni takdîr edecek gûş,
Tazyî’-i nefes eyleme, tebdîl-i makâm et.


Avrat gibi mağlûb-i hevâ olma, er ol er,
Nefsin seni râm etmeye, sen nefsini râm et.


Mânend-i şecer nâbit olur sâbit olanlar,
Her hangi işin ehli isen onda devam et.


Noksanını bil, bir işe yâ başlama evvel,
Yâ başladığın kârı pezîrâ-yı hitâm et.


Uğrarsa sabâ râhın eğer semt-i Irak’a,
Bağdâd iline doğru dahî azm ü hirâm et.


Merdân-ı sühendânı ziyâret edip ondan,
Âdâb ile git ravza-i Rûhî’ye selâm et.


Tahsînini arz eyleyip evvelce Ziyâ’nın,
Bu beyti huzûrunda oku, hatm-i kelâm et:


            Meydân-ı sühanda yoğ iken sen gibi bir er,
            Bir şâir-i Rûm oldu sana şimdi beraber.

28.5.11

Tercî'-i Bend - Ziya Paşa


                     - I -

Bu kârgâh-ı sun' aceb dershânedir,
Her nakş bir kitâb-ı ledünden nişânedir.

Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır,
Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir.

Mânend-i dîv beççelerin iltikâm eder,
Köhne ribât-ı dehr aceb âşiyânedir.

Tahkîk olunsa nakş-ı temâsîl-i kâinât,
Ya hâb ü ya hayâl ü yâhud bir fesânedir.

Müncer olur umûr-ı cihân bir nihâyete,
Sayfın şitâya meyli, bahârın hazânedir.

Kesb-i yakîne âdem için yoktur ihtimâl,
Her i’tikâd akla göre gâibânedir.

Yârab! Nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâç?
İnsanın ihtiyâcı ki bir lokma nânedir.

Yoktur siper bu kubbe-i fîrûze-fâmda,
Zerrât cümle tîr-i kazâya nişânedir.

Asl-ı murâd hükm-i ezel bulmadır vücûd,
Zâhirdeki savâb ü hatâ hep bahânedir.

Bir fâilin meâsiridir cümle hâdisât,
Ne iktizâ-yı çerh ü ne hükm-i zamânedir.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                        - II -

Ecrâm-ı bî-nihâye ile pürdür âsmân,
Nisbet olunsa zerre değildir bu hâk-dân.

Bin şems-i tâbdâr ü hezârân meh-i münîr,
Yüz bin sevâbit ü nice seyyâre-i ıyân.

Her şems eder tevâbi-i mahsûsasiyle seyr,
Her tâbie tevâbi-i uhrâ eder kırân.

Her şems eder levâhikına neşr-i feyz-i hâs,
Her lâhikın tabiatı emsâline nihân.

Her cümle merkezinde eder seyr-i bî-vukûf,
Her kıt’a mihverinde bulur feyz-i câvidân.

Her cümle-i vesîada mebsût bin vücûd,
Her kıt’a-yı fesîhada meşhûd bin cihân.

Her bir vücûd masdar olur bin vücûd için,
Her bir cihân hezâr cihândan verir nişân.

Her zerrede tarîka-i mahsûsa üzre feyz,
Her cismde tabîat-ı mahsûsa üzre cân.

Her âlemin sinîn ü tevârîhi muhtelif,
Her bir zemînde başka hisâb üzeredir zaman.

Peyvestedir sevâhili girdâb-ı hayrete,
Bir bahrdır ki hâsılı bu bahr-ı bî-kerân.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                        - III -

Bir zerredir ki zerre-i nâ-müntehâ-yı hâk,
Bir zerre hârice edemez andan infikâk.

Lübbü lehîb-i nâr ile bir gûy-ı âteşîn,
Kışrı mecâri-i yemm ü nehr ile çâk çâk.

Nisbetle kışrı hacmine ol lübb-i âteşin,
Şol kubbedir ki ferş oluna anda berg-i tâk.

Bu kışrdır ki cümle-i hayvâna rûz u şeb,
İhzâr-ı rızk u tûşe için eyler inhimâk.

Gâhî teneffüs eyleyicek ejder-i zemîn,
Kûh-ı şerer-feşânlar eder arzı lerze-nâk.

Ol zerre-i cesîmeyi fânûs-ı şem’-vâr,
Olmuş muhît tûde-be-tûde nesîm-i pâk.

Kim rûz u şeb o sofra-i âlem-şümûlden,
Her nefs rızkın almada ber-vech-i iştirâk.

Bu noktadır yemîn ü şimâli beyân eden,
Eyler cihâta akl bu merkezden insilâk.

Zerrât-ı kevn bunda bulur neşve-i hayât,
Efrâd-ı halk bunda çeker cür’â-yı helâk.

Husbîde-i firâş-ı emândır nüfûs hep,
Bir top-ı şû’le-nâkde bî-kayd-ı vehm ü bâk.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                        - IV -

Dendân-ı şîre lokma olur âhuvân-ı zâr,
Bir gûsfendi tû’me kılar gurk-i cân-şikâr.

Bî-cürm iken gıdâ-yı anâkib olur meges,
Mâ’sum iken kebûteri şâhin eder şikâr.

Âciz iken ukâba giriftâr olur keşef,
Gûk-ı zaîfi kût edinir bî-vesîle mâr.

Bî-cünha mâkiyân-beçeyi çâk eder zagan,
Bî-sâbıka dü pâre eder mûşu mûş-hâr.

Güncişk-i zâr-ı bâşe-i perrân helâk eder,
Eyler tezervi pençe-i gadrinde bâz hâr.

Mâr-ı zemîne lokma olur mürg-i tîz-per,
Mürg-i hevâya tu’me olur mâhî-i bihâr.

Gavvâsı hırs-ı gevher eder lokma-i neheng,
Kebgi ümîd-i dâne eder teleye şikâr.

Dürdâne-i derûnu için çâk olur sadef,
Âvâzıdır kafesde eden bülbülü nizâr.

Bîdesterin helâkine hayye olur sebeb,
Katl-i samûr-ı zâra olur postu medâr.

Gâlib zebûnu kâidedir eylemek telef,
Yerde, hevâda, bahrde cârî bu gîrûdâr.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                        - V -

Gâh âfitâb u gâh kevâkib gehi cemâd,
Oldu ilâh-ı mu’tekad-ı zümre-i ibâd.

Geh icl ü gâh âteş ü Yezdân u Ehrimen,
Geh nûr u zulmet oldu kazâyâ-yı i’tikâd.

Akl u cemâl ü aşk ilâh oldu bir zaman,
Bütlerle doldu bir nice yıl cümle-i bilâd.

Encâm erdi nevbet-i tevhîd-i zât-ı Hak,
Geldi zuhûra bunda da bin fitne bin fesâd.

Geh ayn u gâh gayr sanıp halk u hâlıkı,
Geh cem’e gâh farka ukûl etti i’timâd.

Oldu hezâr zât denip geh sıfâta ayn,
Bir aslda gehî nice asl etti ittihâd.

Her şahs nefs unsuruna nisbet eyleyip,
Aklınca bir ilâh-ı müşahhas eder murâd.

Yek-dîgere ne rütbe muhâlifse şahs u akl,
Âlemde ol kadar mütehâliftir i’tikâd.

Hikmet budur ki âherine hasm olur bilip,
Her kavm kendi mesleğini menhec-i sedâd.

Ammâ bu ihtilâf ile maksûdu cümlenin,
Bir hâlıka hulûs ile etmektir inkıyâd.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                        - VI -

Güller güler figânla geçer ömr-i andelîb,
Bîmâr ihtizârda ücret diler tabîb.

Mânend-i lâşe nâ’ş-ı tüvanger zelîl ü hâr,
Kerkes misâl vâris ü gassâl nâ-şekîb.

Bâlîn-i nâza hâce-i şehr eyler ittikâ,
Hâk-i mezellet üzre yatır aç bir garîb.

Pertev-fürûz-ı bezm-i tarab şem-i hande-rîz,
Pervâne-i şikeste-per üftâde-i lehîb.

Sûm ü basal çü nergis ü lâle güşâde-leb,
Mahbûs künc-i mahfaza-i tengnâda tîb.

Bister-nevâz-ı izz ü safâ ahmak-ı hasîs,
Külhan-nişîn-i züll ü hevân âkıl-i hasîb.

Geh devlet-i cihândan eder cehl behre-yâb,
Geh lokma-i aşâdan eder akl bî-nasîb.

Makbûl-i bezm-i sohbet olur müfsid-i leîm,
Menfûr-ı tab’-ı âlem olur nâsih-i musîb.

Gâhî muhakkar-ı cühelâ şâir-i beliğ,
Gâhî musahhar-ı humakâ fâzıl-ı edîb.

Bir âcizin maîşeti noksan-pezîr olur,
Bir zâlimin umûru eder kesb-i fer ü zîb.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                         - VII -

Yârab! Nedir bu dehrde her merd-i zû-fünûn,
Olmuş belâ-yı akl ile ârâmdan masûn!

Yârab! Niçin bu arsada her şahs-ı ârifin
Mikdâr-ı fazlına göre derdi olur füzûn?

Her hangi sûya atf-ı nigâh etse bî-huzûr,
Her hangi şey’e sarf-ı hayâl etse aklı dûn.

Mümkün müdür ki hakîkat-i eşyâyı vezn ü derk?
Mîzan-ı akla dirhem-i tâdil iken zunûn.

Güncîde-i basîret olur mu bu acz ile?
Haysiyyet-i havâdis ü keyfiyyet-i şuûn.

Gûyâ ki bunca mihnet ü gam az gelip olur,
Bir de tahakküm-i cühelâ ile bağrı hûn.

Bilmem ki muktezâ-yı nizâm-ı cihân mıdır?
Dâim cihânda câhil olur mes’adet-nümûn!

Cârî cihân cihân olalıdır bu kâide,
Bir akmak-ı denîye olur ehl-i dil zebûn.

Nâdânı firâz-ı izz ü saâdette ser-firâz,
Dânâ hazîz-i acz ü mezellette ser-nigûn.

Nâdânı kâm-perver eder tâli’-i bülend,
Ehl-i kemâli sâil eder baht-ı vajgûn.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                        - VIII -

Düştü cüdâ naîm-i safâdan Ebü’l-beşer,
Oldu Halîl’e tecrübe-geh gerden-i beşer.

Yâkûb’u kıldı firkat-i ferzend eşk-bâr,
Oldu cenâb-ı Yûsuf’a çâh-ı belâ makarr.

Eyyûb’u illet-i beden inletti zâr zâr,
Minşâra eyledi Zekeriyyâ fedâ-yı ser.

Başı kesildi gadr ile Yahyâ-yı mürselin,
Çıktı semâya zulm ile İsî-i bî-peder.

Tâif’de nâ’li lâ’le dönüp oldu hem şikest,
Yevm-i Uhud’da dürre-i nâb-ı Peygamber.

Taş bağladı mecâ’ ile batn-ı pâkine,
Dünyâya rağbet eylemedi seyyidü’l-beşer.

Te’sîr-i semm ile eyledi Sıddîk irtihâl,
Oldu şehîd-i tîg-i kazâ âkıbet Ömer.

Encâm erdi câmi-i Kur’ân şehâdete,
Âhir cenâb-ı Haydar’a da etti tîg eser.

Mesmûmen etti zât-ı Hasan Adn’e intikâl,
Mazlûmen oldu Şâh-ı şehîdân bürîde-ser.

Her kimde aşk gâlib ise kurb-ı Hazret’e,
Ol denli andadır elem ü derd-i bîşter.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                        - IX -

Kimdir bu aczi hâss kılan nev’-i âdeme?
Kimdir bu nev’i eşref eden cümle âleme?

Şeytân u nefsi kimdir eden âlet-i şürûr?
Kimdir koyan zebûn-ı hevâyı cehenneme?

Mansûr’u kim düşürdü Ene’l-hak diyârına?
Kim verdi hükm katli için şer’-i erkeme?

Kimdir şarâbı hurmet ile telh-kâm eden?
İ’mâl-i câm ü bâdeyi kim öğreten Cem’e?

Kimdir Yehûd’u münkir-i i’câz-ı Hakk eden?
Kimdir Mesîh’i nefh kılan zât-ı Meryem’e?

Kimdir veren cesâret-i şerr ü fezâhati?
Süfyân’a, Ca’de’ye, Şemr’e, İbn Mülcem’e?

Kimdir Nasîr-i Tûs’u Hülâgû’ya sevk eden?
Musta’sım’ı kim etti karîn İbn-i Alkem’e?

Kimdir veren alîle tedâvîye ihtiyâç?
Kimdir koyan meziyyet-i ıslâhı merheme?

Zenbûr kimden eyledi tahsîl-i hendese?
Bülbüllere kim eyledi ta’lîm-i zemzeme?

Kimdir bu kârgâha çeken perde-i hafâ?
Kimdir veren tasavvur-ı teftîş âdeme?

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                         - X -

Etmiş kimisi râhatın ikbâl için fedâ,
Olmuş kimi beliyye-i idbâra mübtelâ.

Olmuş kimi tüvanger-i devrân iken zelîl,
Olmuş kimine serveti sermâye-i anâ.

Toplar kimisi vâris ü hâdis için nukûd,
Eyler kimisi servet için ömrünü hebâ.

Düşmüş kimi tecessüs-i kibrît-i ahmere,
Olmuş kimine mûcib-i iflâs kimyâ.

Etmiş kimin harîs-i kıtâl arzû-yı şân,
Kılmış tama’ kimisini can-dâde-i vegâ.

Olmuş kimi musahhar-ı efsûn-ı çeşm-i yâr,
Olmuş kimi mukayyed-i gîsû-yı dil-rübâ.

Etmiş hevâ-yı lâle kimin dâğdâr-ı gam,
Olmuş kimine derd-i gül ü yasemen belâ.

Tefrîk için kimisi okur rukye-i füsûn,
Teshîr için kimisi yazar nüsha-i duâ.

Olmuş kimi safâ ile rind-i piyâle-keş,
Olmuş kimisi hırs ile üftâde-i riyâ.

Etmiş hulâsa bir emel-i hâs-ı bî-lüzûm,
Her şahs-ı hürü kayd-ı esâretle mübtelâ.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                        - XI -

Mazlûma zâlim eyler iken zulm ü gadr ü âl,
Kârında âsim olduğunu eylemez hayâl.

Emvâl-i halkı sârik alıp sârikim demez,
Kâtil vebâl-i katle dahî vermez ihtimâl.

Ber-vech-i hak beyân eder elbette fi’line,
Her hangisinden eyler isen ayrıca suâl.

Bir memlekette salb olunur kâtı’-ı tarîk,
Bir yerde mûcib-i şeref ü fahr olur bu hâl?

Bir beldede hicâb-ı zenân ayb olur yine,
Bir şehrde bu hâlet olur bâis-i cemâl.

Meşreb olur şarâbı içip hurmetin bilir,
Mezheb olur hukûk-ı ibâdı görür helâl.

Bir âkıl-i müsellemetü’l-etvâra mahrem ol,
Mişvâr u tavrını nazar-ı î’tibâra al.

Seyret ne denlü vaz’-ı garîbi eder zuhûr,
Kim her biri cünûna olur başka başka dal.

Vâbestedir hayâline ef’âli herkesin,
Kimse umûruna edemez nisbet-i dalâl.

Akl ü cünûnu, bâtıl u hakkı beyân için,
Yoktur cihânda hayf ki mîzân-ı i’tidâl.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.


                        - XII -

Eyler sabâh şâmı vü leyli nehâr eder,
Sayfı kılar şitâ vü hazânı bahâr eder.

Nez’-i hayât-ı hayy eder emvâta cân verir,
Eyler gubârı âdem ü cismi gubâr eder.

Cism-i Halîl’e nârı eder nûr kudreti,
Nûru Kelîm’e hikmeti hem-reng-i nâr eder.

Leylî-i hüsnü çeşmine Şîrîn edip müdâm,
Ferhâd’ı derd-i aşk ile Mecnûn u zâr eder.

Demlerce bir tama’la kılar kalbi bî-huzûr,
Yıllarca bir emelle dili bî-karâr eder.

Bir mülkü harîs-i bî-sitemkâr için yıkar,
Bir kavmi bir münâfık ile târumâr eder.

Bir cismi izz ü nâz ile sâd-sâl besleyip,
Encâm-ı kâr pençe-i merge şikâr eder.

Yüz yılda bir vücûdu kılıp genc-i ma’rifet,
Âhir yerin nişîmen-i hâk-i mezâr eder.

Ârif odur ki mu’terif-i acz olup Ziyâ,
Bu hâdisât-ı câriyeden i’tibâr eder.

Mülkünde hakk-ı tasarruf eder keyfe mâ yeşâ,
İsterse kevni yok eder isterse var eder.

            Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
            Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

26.5.11

BAKMAKLAR - İSMET ÖZEL

Donyağından yapılmış sabunların
ürkütüp sindirdiği gözlerim vardı -ağır-
ağır yani çoraplı ve sürgün doğmanın
taşınmaz kıldığı.
Ben şenlikçisiydim pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan geçerdim
barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
Oraya, göğsüme iliklediğim hayvanı ayartmadan
direnmenin mayasını ellemeye.
Gün dönerdi, benzi solardı kahkahamın
kapardım kapımı gevşeyen bir yanımla
ve her gece yatağımda bir engerek bulmanın
süregen iğrentisiyle dolardım, sesim
öylece -Kusmuk Gibi- kalırdı ağzımda.

Çünkü her yerde bir göğün ufak kaldığı vardı
-akşama özgü göğsümü açardım
ey mutluserin penceresi doğanın-
heryerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı
uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum hersabah.
Oysa babam bilirdi yaşadığını aptes alırdı çünkü
anlatacak şeyleri vardı, eğilip kalkmaları
dualar okuması, doğum sancılarıyla bırakıp gitmesi anamı.
Ah, göğe uzatıyorum bir cumartesiyi
hayın bir çalgıyı kuşanıyorum göğün huysuz kuşlarıyla
GÖK! Bir kahkahaya geçirdikçe dişlerimi
bir tabut kalmıştır akşam olmaya
bir tabut beklenen bir aydınlıktır
beklenen bir ses gibi avlularda.
Anam kirliserin penceresinde doğanın
uykusu ayaklanır kanı birikir saçlarına
gözlerine uyuşuk bir hınç siner artık
ölü bir erkeği almıştır yatağına
o soğuk ölüyü, o kurutulmuş anıyı
birdenbire benim ağzıma takılır herşey
giderim akşama özgü göğsümü açmaya.

Ben nereye adımı yazsam
nereyi göstersem parmaklarımla
orası şapkalar yüklü bir vagondur,
nerede daralmış görsem bir adamı
akşamın güzel buğusunda eli-ayağı tutulmuş
bir çiçeğe uzanırken utandığını görsem
işte iğrentim yayılıyor derim, işte sırtlanlar soluyor ellerimde
kuşlar çoktan kapamışlar tarlalarını.
O zaman bir üzünç aralığında -herkes gibi- başlar korkum.
Ey irin mutluluğu!
Ey durmayıp ağrıyan kemiği usumun!
Uğunursam beni hazdan delirten hayvanın ortasında
ben koşarken derelerde birikirse çocukluğum,
piçliğim birikirse sesimin o hıncahınç boşluğunda
coşkunun en sağlam atıyla geliyorum
sövgüm büyüyor, ağartıyor günümü.
TAN! Ölü bir kediyle saçlarımı taramanın vaktidir
sarı bir bilincin ötesini ellemek istemenin
bir üzünç aralığındayız artık TAN!
savulun, çıplaklığım geliyor ardımdan.

-1964-