Kardeşimiz, değerli şair, saygıdeğer kişilik sahibi Cahit Zarifoğlu dünyamızdan ayrıldı. Ölümler üzerine yazı yazmak alışılagelen bir durum. Bu durumun biraz sahte, biraz gösterişe varan yanı beni hep rahatsız etti. Tanıdığım bazı şairlerin ölümü üzerine de yazmaktan kaçınmak bana uygun göründü.
Fakat Cahit Zarifoğlu’nun bu büyük göçü dolayısıyla yazmamayı kendime kabul ettiremedim. İki sebebi var böyle davranmış olmamın. Birincisi zihnimde bu ölüm karşısında neler söyleyebileceğime dair herhangi bir hazırlık yok. Yani ısmarlama bir güzel söz demeti olmayacak yazacaklarım. Her ne kadar hastalığı konusunda bazı bilgiler bana da ulaşmış idiyse de, modern tıbbın dışında bir tedaviden ciddi beklentilerim vardı. Zarifoğlu’nun irtihali sırasında susmaktan beni men eden ikinci sebep, O’nun şahsiyetine duyduğum saygı ve sevgidir. Riyasızlığı ve halisliğidir.
12 Eylül 1980’den sonra açılan siyasî yol üzerinde bulunuyoruz. 12 Eylül’den bu yana birçok Türk şairi öldü. Şairlerin kısa sayılabilecek bir zaman dilimi içinde peş peşe sayılabilecek sıklıkta ölümü tatmalarında düşünmeye açık bir özellik var. Müslüman çevreye yakın olmayan şairlerden Ergin Günçe, Turgut Uyar, Metin Eloğlu, Edip Cansever 12 Eylül’den sonra öldüler. Müslüman şairlerin büyük ismi Necip Fazıl’ın ölümü de, Cahit Zarifoğlu’nun ölümü de 12 Eylül rejiminin izlerinin devam ettiği zamanlara rastladı. İnsan ömrünün takdir edilmiş bir zamana bağlı olduğuna itikadımız tamdır. Böyle olduğu içindir ki, şairlerin ölümüyle şiiri dumura uğratan bir sosyal değişikliğin, siyasî çerçevenin birlikteliğinde düşündürücü bir taraf aramadan edemiyorum.
Cahit Zarifoğlu, benim için sahip olduğumuz itikadî müşterekten, kişisel dostluğumuzdan önce de değerli bir şairdi. O’nu 1966 yılında ne dediğini bilen, yaptığı işi ciddiye alan ve düşünceleri uğruna fedakârlığı göze almaktan çekinmeyen biri olarak tanıdım. Sonraları bu düşüncelerim değişmedi. Cahit, insan ilişkilerinde (günün moda tabiriyle söylersek) çifte standart uygulamayan bir sağlamlıkla yaşadı. Müstear isim olarak seçtiği Ahmet Sağlam bir bakıma müstear da sayılmayabilir. Seçmelerini sorumlulukla yapar ve bu sorumluluktan kurtulmak için farklı bir yolu kendine yaklaştırmazdı. Bu yüzden dünya hayatı içinde pek büyük imkânlarla dolu bir ortamı olmadı denebilir. Ne var ki, O’nu tanıyan herkes kişiliğindeki bu sağlam tarafı kısa zamanda fark eder ve kendi tutumunu da O’nun sağlıklı yaşamına uydurmaya çabalardı.
Ömrü içinde bütün şairlerin başına gelen O’nun da başına geldi. Yani gerçek atılımının hangi istikamete yöneldiğini anlamakta çoğu insan yetersiz kaldı. Cahit’in böyle yetersizlikler karşısında hep olgun bir tavırla anlaşılmamanın iyi taraflarını seçip benimsediğini gördüm. Kendi şiir seviyesi ile kıyas edilmeyecek ortamlarda o yine de anlamayanlara anlayacakları kadarını sunmaktan geri durmadı.
Şiir macerası içinde sanatçı kaprislerinin yerini müslümanca bir duyarlığın alması sürecini yaşadı. Hatta kendi şiirsel çizgisinin büyük çoğunluğun hassasiyetiyle kesişmesini temin gayretiyle sanatından fedakârlıklar yaptığı bile söylenebilir. Kendinden sonra yazmaya başlayan genç müslüman şairlere hangi özellikleriyle yol göstermiş olursa olsun, O’ndan sonrakiler O’nda ders alınacak bir taraf bulacaklardır. Hem şiirin kendine mahsus kaliteleri bakımından, hem de müslüman bir şairin dünya hayatındaki temayülleri bakımından.
Cahit Zarifoğlu ile sık sık görüşmezdik. Düşüncelerimiz arasındaki yakınlıktan, birbirimize duyduğumuz saygıdan öte de, gündelik bir arkadaşlığımız yoktu. Ama ben yaşadığım sürece O'nun eksikliğinin farkına varacağım.
10 Haziran 1987, Millî Gazete